*(Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa, Büyük Taarruz günlerinde, harita üzerinde değerlendirme yaparken) (ATASE Arş.)
DERTLİ GAZETESİNDEN SEÇMELER -V-
“YİNE İNGİLİZ PARMAĞI MI ?”
Dertli gazetesinin 4 Temmuz 1337/1921 tarih ve 60 sayılı nüshasında, “Mithat Akif” imzasıyla, “YİNE İNGİLİZ PARMAĞI MI?” başlıklı bir yazı yayımlanır. Mithat Akif Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında; “Bolu Livası İaşe Mıntıka Müdürlüğü, İttihat Terakki Cemiyeti Bolu Mesul Kâtipliği, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Bolu Merkez Şubesi Başkanlığı, Bolu Mutasarrıf Vekilliği, Bolu Talim Terbiye Cemiyeti Kurucu Başkanlığı, Bolu Gençler Birliği Kurucu Başkanlığı” vb. görevlerde bulunmuştur (1).
Mondros Mütarekesi’ni izleyen işgal günlerinde, İngiliz İstihbaratı ve İstanbul Hükümeti’nin işbirliği ile “Milli Mücadele yanlısı sivil ve asker aydınların sorgusuz sualsiz tutuklanması” süreci başlatılmıştır. Yargı kararlarının siyasi güçlerin emirleri doğrultusunda şekillendirildiği bu dönemde, Bolu’da da çok sayıda Milli Mücadele yanlısı isim tutuklanmıştır. Bu isimlerden birisi de, Bolu’daki Ermeni olaylarıyla ilişkilendirilen Mithat Akif Bey olmuştur. Hasımları tarafından; “ödün vermez bir politikacı, örgütçü, yazar, gazeteci, etkili konuşan bir hatip, sert mizaçlı bir modernizm yanlısı düşünce adamı” olarak tanımlanan Mithat Akif Bey, hakkında hiçbir suçlama, karalayıcı belge, hukuki iddianame olmaksızın tutuklanarak 25 Mart 1919 günü İstanbul’a götürülmüş ve Bekirağa Bölüğü zindanlarına atılmıştır. Bekirağa Bölüğü’nde iki ay tutulan Mithat Akif Bey, Osmanlı yetkilileri tarafından İngiliz İşgal kuvvetlerine teslim edilmiş ve 28 Mayıs 1919 günü Princess Ena adlı İngiliz gemisine bindirilerek Malta adasına sürgün edilmiştir (2).
Mithat Akif Bey, tutuklanmasına ve Malta adasına sürgün edilmesine gerekçe gösterilen Ermeni olayları konusunda, hakkında hiçbir suçlayıcı belge olmadan, herhangi bir iddianame hazırlanmadan, soruşturma ve yargılama yapılmadan iki yıl boyunca Malta zindanlarında tutulmuştur. Malta İngiliz mahkemelerinin 1921 yılının Mart ayında verdiği karar doğrultusunda Mithat Akif Bey; “Haklarında, Ermeni olayları konusunda hiçbir suçlama yapılamayacak olanlar” grubu içinde kabul edilerek serbest bırakılmıştır! I. İnönü Zaferi’ni izleyen günlerde Malta sürgünlüğünden Bolu’ya geri dönen Mithat Akif Bey, Milli Mücadele’yi destekleyen “Dertli” gazetesinde, İtilaf Devletleri işgallerine karşı çıkan, TBMM Hükümeti’ni destekleyen etkili yazılar yazar. Daha sonra da imtiyaz sahipliğini yaptığı “Türkoğlu” gazetesinde Milli Mücadele’yi destekleyen yazılarına devam eder (4).
*
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlı düzenli ordu birlikleri; 1920 yılının ikinci yarısında Hilafet Ayaklanmaları’nı, 1921 yılının ilk ayında Çerkes Ethem Ayaklanması’nı ve 1921 yılının Nisan-Mayıs aylarında da Koçkiri Ayaklanması’nı bastırmıştır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunan ordusunun Anadolu’nun iç bölgelerine doğru uzanan işgal harekâtı da yine düzenli ordu birlikleri tarafından, I. İnönü Savaşı (6 -10 Ocak 1921) ve II. İnönü Savaşı (23 Mart-1 Nisan 1921) ile durdurulmuştur (5).
İtilaf Devletleri; İstanbul Hükümeti’nin ve Padişahın teslimiyetçi ve işbirlikçi tavrına karşın Anadolu’da her geçen gün büyüyen ve güçlenen Türk Milli Direnişi karşısında, Yunan ordusunun zaferinden kuşkuya düşmüştür. İngilizler bu aşamada Türk tarafına, Sevr Anlaşması’nı yumuşatarak isteklerini kabul ettirebileceklerini hesapladıkları bir konferans teklifinde bulunurlar (6). İtilaf Devletleri, I. İnönü zaferi sonrasında, sadece İstanbul Hükümeti’ni davet ettikleri Londra Konferansı’na, daha sonra Ankara Hükümeti’ni de çağırmak durumunda kalırlar. Amaçları, Ankara ve İstanbul arasındaki gerilimi-kavgayı körüklemek ve Sevr koşullarını yeni bir kılıfa sokarak TBMM Hükümeti’ne de kabul ettirmektir…
Görüşmeler sırasında, İstanbul Hükümeti’nin temsilcisi Tevfik Paşa’nın; “Türk milletinin gerçek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir!” diyerek sözü Ankara Hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey’e vermesi sonrasında, İtilaf cephesinin Türk heyetlerini birbirine düşürme ve ikilik yaratma planları boşa çıkartılmış olur (7). TBMM Hükümeti temsilcilerinin, kendilerine dayatılan İtilaf Cephesi tekliflerini ve Sevr dayatmasını reddetmesi üzerine de, 12 Mart 1921 günü Londra Konferansı sonuç alınamadan dağılır. Bu arada TBMM Hükümeti, uluslararası camiada Anadolu’nun gerçek temsilcisi olarak kabul görmeye başlamıştır. 1 Mart 1921 tarihinde Afganistan ile TBMM Hükümeti arasında “Türk Afgan Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” imzalanmıştır. İstanbul’un işgalinin birinci yıldönümü olan 16 Mart 1921 tarihinde, Sovyetler Birliği ile “Moskova Anlaşması” imzalanarak iki ülke arasındaki sınırlar belirlemiştir (8). Türk tarafının kazandığı bu askeri ve siyasi başarılar, İtilaf Cephesinin lideri konumundaki İngiltere ile Fransa ve İtalya arasında anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasına ve İtilaf Cephesinin bölünmesine yol açmıştır.
İtilaf Devletleri, özellikle de İngiliz Hükümeti, II. İnönü Zaferi sonrasında Yunan ordusuna yaptıkları silah ve cephane yardımlarını artırırlar. Modern toplar, motorize birlikler, yeni savaş uçakları ile teçhiz edilen Yunan ordusu, modern bir savaş makinasına dönüştürülmüştür. Yunanistan ve İtilaf Devletleri
cephesinde, TBMM ordularına karşı kazanılacak bir zafere kesin gözüyle bakılmaktadır (9). İtilaf Devletleri’nin sınırsız desteğini arkasına alan Yunan ordusu, 1921 yılının Temmuz ayı başında, Ankara’yı ele geçirmeyi hedeflediği büyük bir saldırıya hazırlanır. Yunan Kralı Konstantin, Veliaht Prens Nicholas, Prens Adrew, Başbakan Gounaris, Savaş (Harbiye) Bakanı ve Bahriye Bakanları, büyük zafere doğru koştuğuna inandıkları Yunan ordusunun başında bulunmak arzusuyla, 12 Haziran 1921 günü İzmir limanına inerken “İstanbul’a! İstanbul’a!” çığlıklarıyla karşılanmış, 22 Temmuz günü geldikleri Eskişehir’de de “Ankara’ya! Ankara’ya!” sloganlarıyla karşılanmışlardır (10).
Saray’ın, İstanbul Hükümeti’nin ve bütün işbirlikçi çevrelerin, umutlarını İngiliz ve ABD mandacılığına bağladığı, ülke topraklarının kurtuluşundan umudu kestikleri, teslimiyetçilik bayrağını çektikleri, Sevr hükümlerine boyun eğdikleri bu dönemde, Bolu’da Milli Mücadele yanlılarının sesi olan Dertli gazetesinde, Mithat Akif Bey imzasıyla “YİNE İNGİLİZ PARMAĞI MI?” başlığıyla yayımlanan yazıda;
“... Bütün Avrupa ve hatta bütün cihan bilmelidir ki Türkler memleketleri dâhilinde bir tek düşman neferi bulundukça bir tek kalıncaya kadar harp edecekler. Ve her çeşit düşmanlarını yuhalarla hudutlarının haricine süpürüp çıkaracaklardır. Mesele bundan ibarettir vesselam.”
Sözleriyle; Batılı emperyalist işgal kuvvetlerinin Türkiye topraklarından kovulacağına, bağımsızlığa ulaşılacağına, “Ya İstiklal Ya Ölüm !” parolası ile Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki İstiklal Savaşı’nın kazanılacağına dair kesin bir kararlılık ve sonsuz inanç dile getirilmektedir... (11)
(Vakit Gazetesi, 5 Nisan 1921)
(Ana başlıklar: *“İnönü’nde bozulan Yunan kuvvetleri Bursa’ya doğru firar şeklinde geri çekilmektedir.” **“Metris Tepe’den Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşaya Telgrafı: ‘Türk silahları bu defa da pek şanlı bir muzafferiyet elde etmiştir”)
“ YİNE İNGİLİZ PARMAĞI MI?” : Mithat Akif - 4 Temmuz 1337/1921 Pazartesi
“… Başta İngilizler olduğu halde, Şarkta sulh ve asayişin iadesi maksadıyla İtilaf Devletleri tarafından Yunanlara, Anadolu Hükümeti ile uzlaşması hakkında yapılan teklife karşı Yunanlar red ile cevap vermişler olabilir ya!
Esasen Anadolu Hükümeti, Sivas’ta yaptığı Misak-ı Milli ile memleketimizin tabii ve milli hudutlarını çizmiş ve bu hudut içinde bir tek düşman kaldıkça kıyamete kadar devam etse, karşısına kim çıkarsa çıksın harp etmeye ve önüne geçen veya geçmek isteyen her çeşit düşmanı tepelemeye kati karar vermiş ve bu karardan Anadolu’yu döndürecek hiçbir kuvvet ve tesirin kıymet ve ehemmiyeti olmayacağı dünyaca anlaşılmış bir hakikat olduğundan ne İtilaf Devletlerinin, samimi ve hakiki de olsa sükûn ve huzuru iade endişeleri için yaptıkları bu tavassudun *ara buluculuğun+ ve ne de Yunanların bu tavassudu kabul veya âdemi kabul hususunda sahte bahaneler gibi kafa tutmalarının bizce hiçbir ehemmiyeti olamaz. Anadolu Hükümeti’nin bir tek emeli ve bir tek hakkı var; kendi hududu dahilinde memleketin istiklali ve hakimiyetine malik olmak…
Bu hakkını temin ve teeyyüd ettiği *doğrulandığı+ güne kadar, kınından çıkardığı kılıcı yerine koymayacak ve önüne ne geçerse, bu hakkın elde edilmesine her kim engel olmak isterse onu; Allah’ın inayetine dayanarak pırasa doğrar gibi doğrayacak, doğrayacak, doğrayacaktır…
Türkler bu mukaddes gayelerinin husulünü *oluşunu+ görünceye kadar her gün artmakta olan imanlarının vecd ve aşkıyla çalışacaklar ve emellerine nail olduktan sonra da Türklerin sahai medeniyette *medeniyet alanında+ büyük bir mevkileri olduğunu cihana tanıttıracaklardır.
(Mithat Akif Bey, Bolu Sultani Mektebi muallim ve muallimeleriyle birlikte) (Selahattin İkiz Arş.)
Yunanların İnönü mağlubiyetinden sonra iflas etmiş olan maneviyatlarını kuvvetlendirmek ve şuradan buradan mesela İngilizlerden bekledikleri muavenetlerin vüruduna *yardımların gelişine+ kadar vakit
kazanmak ordularındaki intizamsızlığı düzeltmek için yaptıkları manevralara kulak asacak ve aldanacak Anadolu’da kimse yoktur.
Hakikat böyle olunca, İngilizler kendi himaye ve teşvikleriyle Anadolu’ya musallat ettikleri Yunanlara dostane; bir tavassut teklifinde bulunmalarına bütün Türkler bıyık altından gülerler. Çünkü Yunanları Anadolu’ya sokan, onlara silah ve cephane veren, ordularını erkân-ı harp zabitleriyle idare eden İngilizlerdir. İşin iç yüzünün böyle olduğunu anlamadık bir Türk kalmamıştır. Hani ya babalarımızdan kalma bir darbımesel vardır; ‘Tavşana kaç tazıya tut’ derler. İngilizlerin bu meseledeki vaziyetini şu darbımesel pek güzel izah eder.
Acaba İngilizler Anadolu Hükümeti ile Yunanlar arasındaki muharebenin hitam bulmasını [sona ermesini]canı gönülden isteseler, Yunanların kulağından tutup da, ‘Anadolu’dan defol git!’ diyemezler mi ve sözlerini Yunanlara tutturamazlar mı? İngilizler galiba çocuk aldatmaya çıktıklarını zannediyorlar…
Anadolu’da böyle dolmaları yutacak kimse olmadığını bilhassa İngilizler bilmelidirler.
Uzun lafın kısası; Bütün Avrupa ve hatta bütün cihan bilmelidir ki Türkler memleketleri dâhilinde bir tek düşman neferi bulundukça bir tek kalıncaya kadar harp edecekler. Ve her çeşit düşmanlarını yuhalarla hudutlarının haricine süpürüp çıkaracaklardır. Mesele bundan ibarettir vesselam…”
“Mithat Akif, Dertli gazetesi, 4 Temmuz 1337/1921 Pazartesi”(12)