BURAK COP YAZDI: Batı, emperyalizm ve siyasal İslamcılar

BURAK COP YAZDI: Batı, emperyalizm ve siyasal İslamcılar

Modernliğin, “insanların bireysel ve kolektif olarak tarihlerini yaptıkları, bu amaçla yeni şeyler keşfetme ve geleneğe itaat etmeme hakları olduğu ilkesine” dayandığını belirten Mısırlı Marksist düşünür Samir Amin, siyasal İslam’ın özgürleştirici modernite kavramını reddederek demokrasi kavramını da reddetmiş olduğuna, çok sık öne sürüldüğü gibi “laikliğin aşırılıklarına tepkinin” bir sonucu olmadığına, radikal ve ılımlı İslamcılık arasındaki farkın önemsizliğine işaret eder.

Amin, siyasal İslam’ın doğuşu ve yükselişinde Batı emperyalizminin rolüne de dikkat çekmektedir. Batı’nın (bilhassa önce İngiltere, ardından ABD’nin) yanı sıra Pakistan ve Suudi Arabistan da uluslar-üstü bir akım olarak siyasal İslam’ın yayılmasında rol oynamıştır. Siyasal İslam düşüncesi, Pakistanlı Ebul Ala Mevdudi tarafından “olduğu gibi kopya edilmeden önce”, Hindistan’ın parçalanmasını amaçlayan İngiltere’nin hizmetindeki oryantalistler tarafından, Müslümanların İslami olmayan bir devletin otoritesi altına giremeyeceğini savunmak için geliştirilmişti. Mevdudi iktidarın yegâne kaynağının Allah’ın hükümleri olduğundan hareketle yasa yapma hakkına sahip yurttaş kavramını reddetti, devletin de zaman-üstü geçerliliği olan şeriat kurallarını uygulamakla yükümlü olduğunu savundu.

Amin, Körfez ülkeleri ve Pakistan’ı dışarıda bırakarak, İslam dünyasında laikliğin gelişme potansiyelinin hiç de az olmadığını belirtir. Üç farklı tarihsel kesitte İslam coğrafyasında “aydınlanmış despotizm” örnekleri yaşanmıştır: Türkiye’de Kemalizm, Mısır’da Kavalalı Mehmet Ali ve takipçileri, İran’da Rıza Pehlevi ilk modernleşme vakalarıdır. İkinci sırada, sol tonu ağır basan ulusal-popülist (halkçı) iktidarlar gelir; Cezayir’de FLN, Tunus’ta Habib Burgiba, Mısır’da Nasırcılık, Suriye ve Irak’ta Baasçılık. Üçüncü ve son kesitte ise Güney Yemen ve Afganistan gibi, komünist olma iddiasındaki rejimler yer alır.

Adı anılan örneklerin çoğu ya yıkıldı ya da yozlaştı. Hiç şüphe yok ki aralarında en başarılı örnek, Atatürk’ün liderliğindeki Türk modernleşme projesidir. 2003 sonrası Irak ve 2011 sonrası Suriye’deki gelişmeler karşılaştırıldığında ise uluslaşma konusunda Suriye’deki Baas rejiminin Irak’taki Baas’a göre daha başarılı olduğu tespit edilebilir. İlginç olan, İslam dünyasındaki modernleşme/Batılılaşmanın çoğu kez Batılı emperyalist ülkeler sayesinde değil, onlara rağmen ilerletilmeye çalışılmasıdır. İngiltere, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını 1930’lu yıllara kadar hazmedemedi, Soğuk Savaş dönemindeki anti-modern/gerici akımlar da ABD’nin Türkiye’deki nüfuzuna paralel olarak güçlendi. FLN Cezayir’de Fransızlara karşı savaş verdi. Nasır’ın Mısır’ı İngiltere ve Fransa’nın saldırısına uğradı, 1960’lar boyunca ABD’ye karşı Sovyetlerin müttefiki oldu. Afganistan’da, sonradan Taliban’a dönüşecek olan cihatçılara 1980’lerde ABD yoğun destek verdi. Saddam’ın devrilmesi Irak’ı cihatçıların cirit attığı ve güneyinde de İran nüfuzunun arttığı bir ülkeye çevirdi. Suriye’deki görece laik Baas rejiminin yerini İslamcı bir yönetimin alması için 2011’de ABD, AB, Körfez ülkeleri ve Türkiye aynı cephede birleşti. Türkiye’de AKP 2013’e kadar ABD ve AB tarafından kararlı biçimde desteklendi. Soğuk Savaş boyunca Arap dünyasında da Müslüman Kardeşler desteklendi.

Batı ülkeleri, İslam coğrafyasındaki modernist rejimleri bağımsızlıkçı adımlarından dolayı hedef alırken, aynı zamanda da İslamcı/gerici hareketlere verdikleri destekle kendi oryantalist kültürel üstünlüklerini sürdürdüler. İslam dünyasındaki Batı düşmanı gerici akımlarla Avrupa’daki Müslüman karşıtı aşırı sağ birbirlerinin aynadaki ters görüntüsüdür; varlıklarıyla birbirlerini meşrulaştırırlar. Avrupa’daki çok-kültürlülüğü savunan “ilerici” çevrelerin “çeşitliliğe saygı” söylemi ise, Samir Amin’in ifadesiyle, “emekçi sınıflar arasında bölünmeyi derinleştirme işlevi görüyor”. Amin ayrıca, inanç özgürlüğüne saygıyı öneren “kültüralist” Batılıların, İslam dünyasında toplumlara (bilhassa kadınlara) yapılan sosyal baskıları hiç sorgulamadığına işaret ediyor. Dolayısıyla oryantalizm sadece aşırı sağda değil, “ilerici” çevrelerde de mevcuttur.

Türkiye hiçbir Ortadoğu ülkesiyle karşılaştırılmayacak kadar Batı’ya entegredir. Bu entegrasyonun tarihi bir derinliği var. Avrupa’da ve Türkiye’de kim ne derse desin, Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır. AB’nin kendi çalkantıları ve yaygın Türkiye karşıtlığından bağımsız olarak, AB üyeliği, hiç gerçekleşmeyecek dahi olsa hedef olmaktan çıkartılmamalıdır. Çok kutupluluğun pekişmesi küresel siyasetin yadsınamaz bir gerçeği. Ancak Rusya ve Çin gibi dolayımsız sermaye diktatörlükleri, mevcut sosyal ve siyasal düzenleriyle, Atatürk Türkiyesi için model değil ancak partner olabilirler. Sözün özü, Batı’ya rağmen Batılılaşmaya devam!

Güncelleme Tarihi: 17 Ekim 2022, 11:17
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER