Ülkede aklı başında her insanın hissettiği halet-i ruhiye görseldekiyle aynı..
Meclise vekil tayin ettiğimiz insanlar yabani hayvanlar kadar saldırgan olmakta beis görmüyor!
Üstüne üstlük, pişman da değil, özrü de yok!.
Seçenlerin sorması gerekmez mi, o vekillik maaşını hak etmek için seçildiği günden bu yana ne icraatı olmuş!?
Öte yanda, altı yaşındaki kızını gelin yapan sapık tarikat şeyhi, alan-veren insan görünümlü mahlukatlar..
* 2012 de şikayetler üzerine savcılığın soruşturmayı örtbas etmesi,
* Doğum belgesi dururken kemik yaşının istenmesi, her nedense 17 yaşında olduğunu söyleyen kızın yaşının 21 çıkması.
* Yeniden açılan soruşturmada, ses ve görüntü kayıtlarına rağmen sanıkların tutuklanmamış olması...
Örgütlü kötülüğün daha nasıl bir göstergesi olacaktı?
Aileden yargıya, sokaklardan kamu kurumlarına, iş yerlerinden sosyal hayata yayılan bu karanlık gerici virüs mutlak durdurulmalıdır!
Gericiliğin köklerinin, o kökleri sulayan zihniyetin, ait olduğu orta çağ karanlığına gönderilmesi gerekiyor.
Atatürk’ün Devrim Kanunları süratle uygulanmalı; tüm tarikatlar ve cemaatler kapatılıp malvarlıklarına el konulmalıdır!
Diğer tarafta hayvanlara reva görülen akla hayale gelmez işkence, eziyetler.. O, masum canların kahreden görüntüleri..
Ardı arkası gelmeyen, bitmez-tükenmez kadın cinayetleri..
Hangisine yanacağımızı şaştık.. Talan edilen, tüm dengeleri alt üst edilmeye devam edilen doğa katliamları..
Ne iklim krizi, ne ekolojik yıkım, süratle yaklaşmakta olan büyük gıda krizinin ne büyük bir tehlike olduğunu farkında olmayan dar, sığ, cahil kafalar!! BOĞULUYORUZ, Y E T E R !!!!!!
Bu insanlarla Aynı dönemde yaşıyor olmaktan, aynı havayı solumaktan, aynı coğrafyayı paylaşmaktan etimle kemiğimle nefret ettim, iğrendim yeminle!
Bunlara vatandaş falan nasıl diyebilir ki normal bir insan!?
Utanç duyduğun kişilere, kurumlara düşmanlık beslesen bünyeye zarar, yok saysan akla ziyan!
Kulaklarına plakalar takıp, hayvancıkları işaretliyorlar ya.. Asıl bu insan kılığına bürünmüş yaratıkların işaretlenip fişlenmesi gerek!.
Fişlensin ki bilelim; kim sapık, kim katil, kim hırsız uğursuz, kim sahte profesör? Kimler sınav sorularını çalıp , milyonların hakkını gaspetti!?
Kimler kapısından giremeyeceği üniversitelerden diploma sahibi oldu.. Bunlar, mutlaka mesleklerinden men edilmelidir!!!
Nereye baksan kör karanlık!
Ülkenin yaşadığı bu cehennem halinin, bu gericiliğin, vasatlığın bedelini kim ödeyecek?
Memleket gerçekten de bir tımarhaneye dönüştü, kavramlar tamamen ters yüz oldu, hiçbir şey dikiş tutmuyor.
Kaçacak, adil, güvenli, kendini insan gibi hissedebileceği bir yer hayal etmekten yorgun düştü insanlar..
2000’li yıllar böyle mi olmalıydı?
Ne iğrenç bir dünya burası, ne iğrenç şeyler yaşanıyor bu ülkede...
Haliyle oluşan his görseldekine benzer bir hal alıyor.
Bir kesim insanlar düşünmek yerine inanmayı seçtikçe, “bu cehalet dönemine nasıl direneceğiz” sorusu giderek yaşamsal bir önem kazanıyor.
Cehalet ve bilim düşmanlığı insan aklını kapatmaya çalışıyor.
Türkiye’de bir üniversite rektörü, “cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini”, “Türkiye’nin geleceği için cahil nesil” istediğini söylüyor.(!)
Cumhurbaşkanı, gerçeği, olguları hiçe sayarak “eskiden, ambulans yoktu, toplu iğne bile üretilemiyordu” diyebiliyor.
Diyanet İşleri Başkanı, orman yangınlarına karşı yağmur duasına çıkıyor. Mahkemeler dini kıstaslarla karar verebiliyor.
Rejim, kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesinden çıktı.
Kendi eğitim sistemini yıktı, yıllar boyu eğitim üzerinde oynan oyunlar yüzünden çağdaş eğitimden fersah fersah uzaklaştı.
Türkiye her anlamda “karanlık bir cehalet çağına” sürüklendi.
Karanlık tüm renkleri kirletmeye , örtmeye devam ediyor.
Peki bu cehalet nasıl kök salıyor, bir devlet nasıl halktan bile daha gerici olabiliyor?
Çünkü devlet halkın tamamının irade ve bilgisini, ortak aklını temsil etmiyor, uluslararası bağlantıları da olan kasıtlı ve kirli bir süreç bu.
Peki, bu sürecin kendiliğinden durması mümkün mü?
Süreç karşısında sürekli olguları, gerçeği hatırlatan aydınlık insanlar var, var olmasına fakat bu hatırlatma ancak güçlü bir toplumsal hareketle; bilime, mantığa, felsefi düşünceye önem veren karşıt bir kültürel dalgayla desteklenirse, dönüştürücü bir etki yapabilir.
Sosyal medya mesajlarından, sert demeçlerden öte, gerçek, doğrudan, kitlesel bir direniş sergilemek gerekir.
Dünyada kültür fukarası ülkeler sıralamasında sonlarda yer alıyoruz.
UNESCO'nun verilerine göre Türkiye'de halen 7 milyon kişi okuma yazama bilmiyor.
Bu rakamın ezici çoğunluğunu kız çocukları ve kadınlar oluşturuyor.
1935 yılında Türkiye'nin nüfusu 16 milyonken, okuma yazma oranı ise yaklaşık yüzde 20'ydi.
87 yıl sonra nüfusu 85 milyona ulaşmış hala yüzde 7’si okuma yazma bilmiyor.
Geçmişte cehaletle mücadele, 1928 yılının Kasım ayında gerçekleştirilen harf devriminden sonra, yeni harflerle okuma yazma öğretmek amacıyla Halk Mektepleri, Halk Dershaneleri ve Gece Kursları 'Millet Mektepleri'ne dönüştürülmesiyle yapıldı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ve en büyük okuma yazma seferberliği kabul edilen bu dönüşümle öğretmenlerle birlikte aydınlar da okur-yazar sayısını artırma çabasına destek oldular.
Bu seferberlikte bir yılda, öğretmen, kitap, bina ve araç gereç yokluğuna rağmen yaklaşık 200 bin kadın, toplam 600 bine yakın yetişkine okuma yazma öğretildi.
Atatürk'ün önderliğinde 1932 yılında kurulan ''Halkevleri'' de cehaletle mücadelede önemli rol oynarken, Millet Mektepleri (Halk Dershaneleri) aracılığıyla 1928'den 1959 yılına kadar açılan okuma yazma kurslarında yaklaşık 2 milyon kişi eğitim aldı.
Bilhassa KÖY ENSTİTÜLERİ süreci harika bir fırsat ve şans oluşturmuştu ülke için ve orada devlet, halkın uzun vadede gerçek ihtiyacını fark edip harekete geçebilmişti.
Ne yazık ki, ne büyük yanlış ve kayıp ki bu okullar kapatıldı..
(Köy Enstitüleri , sebep ve sonuçlarıyla uzunca irdelenmesi, anlaşılması gereken bir konu malum. İçeride ve dışarıda hainler eğitimli toplum istemez. Güdülmeye müsait cahil yığınlardır onların tercihi!)
En kısa sürede bu oluşumları en ücra köşelere kadar tekrar hayata geçirerek, kapsamlı bir EĞİTİM SEFERBERLİĞİ ile mücadeleye başlamak ne güzel bir hayal..
Önümüz SEÇİM.. Neden olmasın? İnşallah diyelim.
Geçmişte ve gelecekte cehalet ile mücadelenin tek yolu mutlak eğitim, mutlak aydınlanma, BİLGİDİR.
Cehaletle mücadeleye öncelik vermeyen toplumlar, gün gelir cehaletleri yüzünden; kendi kendileriyle savaşır hale gelirler...
Ne diyor Büyük Önder, EN BÜYÜK SAVAŞ, CEHALETE KARŞI YAPILAN SAVAŞTIR..